HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ
  SÖYLEMLERİ
 



Danko'nun Kalbi


İzergil, artık çökmüş, çok yaşlı bir Rus kadınıdır. Basarabya kıyılarında akşam güneşi ufka inerken, yanında oturan Maksim Gorki'ye hikâyeler anlatır. Önlerinden geçen kadın ve erkekler, şarkılar söyleyerek bağbozumundan dönerler. İzergil onları seyrederken kendi ateşli, maceralı gençliğini hatırlar…

Sonra güneş batar. Aşağıda uzanan Basarabya bozkırlarına gamlı bir akşam karanlığı çöker. İşte o zaman tı..ı yakamozlar gibi stepte yer yer parıldayıp sönen ışıltılar belirir... Bunlar belki çürüyen fosforlu bitki kalıntıları, belki kandil böcekleridir.

Ama İzergil :

“- Danko'nun kalbi gene parlıyor…” diye mırıldanır.

Sonra da anlatır: “Vaktiyle bir kabile, düşmanlarının önünden kaçarak, sık, korkunç bir ormana sığınır. Ama yolunu kaybeder. Gittikçe derinleşen bataklıklara gömülür… Çocuklar, kadınlar, gençler, büyüklerin bacaklarına yapışarak “Bizi kurtarın!” diye çığrışırlar. Fakat orman giderek daha da koyulaşır. Kafile bataklarda erimeye başlar. Kurtarıcı diye öne atılanlar, birer birer hüsrana uğrarlar. Hatta kurtarmak istedikleri, fakat korkudan çılgınlaşan insanların hiddet ve şiddetleri altında can verirler.

Nihayet Danko adında bir genç çıkar. İleriye atılır. “Peşimden gelin, sizi kurtaracağım!” diye haykırır.

İnanmazlar. “Bizi nasıl kurtarırsın?” diye ona hücum etmek isterler. O zaman Danko, pençesiyle kendi göğsüne saldırır. Kalbini koparır. Havaya kaldırır:

“— İşte bununla!..” diye haykırır.

Danko'nun kalbi ışıl ışıl yanmaktadır. Orman aydınlanır. Bir süre sonra yol bulunur. Kafileden sağ kalanlar, birden güneşli bozkıra kavuşurlar. Herkes sevinir, çılgınca oynar, sıçrarlar.

Ama Danko unutulmuştur. Onu kimse aramaz. Nihayet gün inip step kararınca, Danko'nun kurtardıklarından biri, stepin kenarında, yerde yanan, ışıldayan bir şey görür. Ona yaklaşır ve onu kayıtsızca ayaklarıyla ezer. Işık parçalanır, dağılır. Ama sönmez. Öylece bozkırlara serpilir, kalır.

İşte bu, Danko'nun kalbidir. Peşine taktıklarını karanlıktan kurtaran Danko, onları güneşli bozkıra ulaştırınca, artık takatinin sonuna gelmiş, toprağa düşmüştür. Kalbi hala elindedir. Güneş batıp da step kararınca toprakta yanan ve kurtardıklarından birinin gözüne çarpınca, onun ayağı ile ezilen, Danko'nun kalbidir…”

İşte, İzergil'in akşam güneşi batınca, Basarabya bozkırlarına bakıp da “Danko'nun kalbi hala parlıyor” dediği pırıltılar, o kurtarıcı insanın kalbinden, dünyaya kalan, fakat ebediyen sönmeyecek olan ışıklardır…

Tarih boyunca insanlık çok defa kahramanlarına ve kurtarıcılarına karşı vefasızdır. Mustafa Kemal de bir kahramandı. Bir milleti, bir halkı kurtardı. Ona önder oldu. Halkın içinden yükselen, sivrilen, efsaneleşen bir halk adamıydı.

Toplum içinde, hatta kendi çevresinde yaşayan, içlerindeki fesat ruhları harekete geçiren bazı insanlar, ona elbette ki el kaldıracak, tarih öncesinden kalma içgüdüleriyle kaba, ilkel bir dille saldıracaklardı. Ve öyle de oldu, üstelik günümüzde de hala devam ediyorlar.

O, hiçbir zaman “Tam Bağımsızlık” ilkesini dilinden düşürmedi. İçerideki ve dışarıdaki sayısız zorluklara rağmen bunu gerçekleştirdi. Eğer yapmasa veya başaramasaydı; şimdi Kim? Hangi halk? Hangi toprak? Kimin devleti? Hangi rejim? Neyin özgürlüğüne sahip olunacaktı?

Yazık! Çok yazık… Nankörlük de güçlü bir tanımdır, ama bunlara az gelir… Vicdanın olmadığı yerde insanlıktan bahsedilemez…

OSMAN PAMUKOĞLU

11 Şubat 2008





Önderlik Üzerine


İnsanlar, genellikle düştükleri yere bakarlar. Önce, neye takıldıklarına bakmalıdırlar. Tarih ise hatır gönül tanımaz. Verdiği derslerin bedelini peşin alır. Gelecekte oynayacak film, her zaman bölümler halinde gösterilir, ama kasırgayı sezmek, bir algı ve kapasite meselesidir. “Tepenin öbür yanını görmek” sıradanların sahip olduğu bir yetenek değildir.

Hangi devlet, kurum ve kuruluş olursa olsun, içinde boşluklar ve düzensizlikler doğarsa, aslında insanların en önemli serveti olan toplum güveni sarsılır. Daha ileri safhada bu durum umutsuzluk yaratır. Son safhada ise, aynen bugün olduğu gibi, en cesur adamı bile korkutacak durumlarla yüz yüze kalınır. Bu hal, ortada liderliğin (ki ben, önderlik diyorum) olmadığının en belirgin kanıtıdır. Umutsuzluğa giden yol baştan kesilmez ise, küçük çatlakların sonunda en sağlam duvarı bile yıktığı görülecektir.

Toplumlar, çıkmaza girdikleri dönemde, çağlar boyu en büyük özlemleri olan “önderlik” kavramını tekrar hatırlarlar ve arayış içine girerler. Çünkü toplumların hafızasında, her şeyin önder ile yükseldiği, o olmayınca düştüğü gerçeği sökülüp, atılamayacak kadar iyi yer etmiştir. Ulusların ve devletlerin güçleri tarih boyunca çıkarabildikleri önderler kadar olmuştur.

Dünyanın hiç bir yerinde özgür olmayan, eğitimsiz ve en temel doğal ihtiyaçları giderilmemiş kimselerin oylarıyla bir devlet adamı ve önder doğmamıştır. Seçim yoluyla bir büyük adamı bulup, çıkartmak, bir iğnenin gözünden deveyi geçirmek kadar zordur. Bu nedenle, ortaya çıkabilen kişiye sadece “siyasetçi” denebilir.

Devletlerin yönetimi ve ulusların idaresinde bir siyasi teşkilin alacağı kararlarda her şeye girişen, fakat hiç bir zaman gayesine erişemeyen, tedbirsiz, basiretsiz, dünyayı bilmeyen ve tanımayan ve ileriyi göremeyen cahil kimseler tarafından yönetilmesi kadar tehlikeli bir şey yoktur. Özellikle, dünyada yeni dengelerin oluştuğu dönüm noktalarında kilit noktalar üzerinde bir kere hataya düşen bir siyasetçi, ileride mutlaka ikinci, üçüncü hataları işleyecektir. Böyle kişilerin halktan onu kabul etmesini, kendisine güven duyulmasını istemeye hakkı da yoktur.

Belki de, bugünlerde bu arayışların bir sonucu olarak, “bugün ve gelecekte liderliğin nasıl olması gerektiği” soruları gündemde. Oysa önderliğin ilkeleri esastır. İnsan doğası hiç değişmediğinden, bu ilkeler de asla değişmez. Yani, insanlık tarihi boyunca bu güne kadar önderliği kanıtlananların müşterek hususiyetleri neler ise, bugün ve tüm gelecek zamanlar içinde aynıdır.

Önder, yol üzerinde olup da nereye gittiğini bilmeyenlere bu yolun ilerisinde neler olduğunu ve sonunda nereye çıkacağını söyleyerek onların fiziksel ve ruhsal gücünü artırır ve artık kendilerini iyi hissetmelerini sağlar.

Önder, dertleri küçültür ve küçükleri yok eder. Bunu yaparken, otorite kullanmanın esas olduğunu asla düşünmez. Önderlik, otorite kullanımı değildir. Önder, insanların duygularını mahmuzlayarak onları güçlendirir. Uluslar ve toplumlar, önderin heyecan, tutku ve isteklerini yakalayınca, amaçlarını da sahiplenmeye başlar; amaca ve hedefe kendilerini adamaları sonunda sınır tanımayan bir dürtü ile hareket etmeye başlarlar.

Yeryüzünde insanların itaat duygusu yerine hayal güçlerine hitap ederek etkilemeyi ancak doğal önderler anlayabilmişlerdir. Ulusların buhran ve tehlikeli dönemlerden asgari acı ve kayıpla geçebilmeleri, hatta bu tehditlerin getirdiği fırsatlar sayesinde kazançlı çıkarak, sağlam geleceklere ulaşabilmelerinin tek yolu, milletin ihtiras haline gelecek duygularla, gücünü ve kararlılığını sergileyebilmesidir. Bunu, Önder yapar. Önder, fırtınanın esas gücünün gizlendiği, en sakin yeri, merkezini harekete geçirir.

Önder ve sanatçı doğulur. Bir insanın kişiliği geniş ölçüde kendi atalarından kalan bir mirastır. Bu yüzden, insanın şahsiyeti tı..ı cevherinde elmas bulunan bir kayanın var oluşu gibi doğumundan önce geniş ölçüde belirlenir.

Bir önderin dört temel niteliği vardır ve değer sırasına göre bunlar: cesaret, sürat, sezgi ve özgüvendir. Bunlar, doğal önderin sarsılmaz, tarih boyunca değişmez vasıflarıdır.

Önder, cesurdur. Pek çok insanın maddi servetlerinden vazgeçemeyecekleri bu dünyada, dünya nimetleri ile ilgili şahsi kaygılar taşımadığından dolayı var olan sistemden kendisini bağımsız ve özgür kılmıştır. Bu nedenle, cesur davranabilen önder, aynı zamanda doğayı çok iyi bildiğinden dolayı, pek çok insanda olmayan ölüm bilincine sahip olduğundan, korku ile yaşamaz; idealleri uğruna değil dünya nimetlerini, aslında Tanrının bir canlıya verdiği en büyük servet olan canını ortaya koyabilir. Ölüm bilinci ve tam istek, her türlü korkuyu kökünden söküp atar.

Önder, hızlı düşünür ve hızlı karar verir ve hızla uygular. Ölümün avcılık yaptığı bu dünyada kuşku ve pişmanlık için zaman yoktur. Bekleyiş, her insanı bitirir. Kararlılık keskin bir bıçağa benzer ve düzgün keser, kararsızlık ise kör bir bıçak gibi kestiği her şeyi yırtarak parçalar.

Önder, tereddüt, yavaşlık ve kararsızlığın sonuç üretmenin en önemli şartlarından bir olan hızın düşmanı olduğunu bildiğinden dolayı süratlidir. Önderde bulunan cesaret ve sürat, her işin başı ve çözümüdür.

Sezgi, doğrudan bilme, yol gösterme ve içe doğmadır. Bilgi ile beslenen bu ruhsal algılama, geleceği tahmin edebilme yeteneğidir. Fesat, kıskanç, art niyetli, önyargılı, şüphe ve endişeyle yaşayan doğa algısı ve bilgisi düşük, zayıf ruhlu insanlarda böyle bir yetenek bulunmaz.

Duyguları doğal haliyle ve bütün uçlarıyla açık, tüm canlıları algılamaya yönelik berrak bir ruh, sezgi gücüne sahip olabilir. Tam anlamıyla sezgi, elbette ki sadece önder doğasında bulunabilir.

Özgüven, bir ruh halidir. Önderin özgüveni, inancının derinliği, heyecanının yüksekliği, görüşün genişliği ve sevgisinin ölçüye vurulamazlığından gelir.

Özgürlüğü temel alan, cesaret, sürat, sezgi ve özgüvenden oluşan bir ruh ve bunlarla beslenen bir beden, insanların ahir ömürlerinde peşine düştükleri her şey sıradan ve amaçsız gelmeye başlar. Bu hal, tepeden yırtıcı kuş bakışıdır ve aşağıda duran, sürünen, koşan saklanan, uyuyan, birbirini avlamaya çalışan her şeyi çok geniş alanlarda keskin bir şekilde görür.

Önder, bir toplumu yükseltmek isteyenin o toplumdakilerden daha yüksek bir karakterde olması gerektiğini bilir.

Önder , doğa ve insan doğasından hareketle, sıradan insanların şiddetli özlemleri olduğunu bilir. Bunlar, severler, nefret ederler ve isterler. Bencildirler. Her düşünceleri eşya ve şahısları ile ilgilidir. Kendilerini rakamlarla ve miktarlarla zehirlemişlerdir.

Önderlik, hakkaniyettir. Liyakat ve ehliyet, önderin değişmez ölçüsüdür. Hiç bir zaman aslanı kediye boğdurtmaz.

İnsanlar, doğayı tanımadıkları için sürekli mutlu olamaz. Bu durum, bencilliği ve egosu yüzündendir. Bunlar da onu, ne ise o olmayı reddeden tek yaratık haline getirmiştir. Her fırsatta haklarından bahsederler. Hâlbuki hakları kadar sorumlulukları vardır. Önder, bunu onlara öğretir ve kanıtlar. İçtenlik ve dürüstlüğün insanın birinci vasfı olduğunu da belleklerine nakşeder.

İnsanları mutluluk hallerinde anlamaya çalışanlar yanılırlar. Onları felaket anlarında tanımak gerekir. İnsanları tanımanın mihenk taşı zorluktur. Bir ulusun gerçek karakteri de tarihin en önemli buhranlarında meydana çıkar.

Önder, cesaretin de korkaklığın da bulaşıcı olduğu bu dünyada insanlara haklı oldukları mücadelelerde korkmamayı aşılar, rol model olup onları cesaretlendirir.

Önder yoksa mücadele de yoktur. Çünkü insanlar, kendilerinden bir farkı olmayan kişilerin peşine takılıp, mücadele etmezler.

OSMAN PAMUKOĞLU

27 Aralık 2007
 
  Bugün 2 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol